18 Ekim 2010 Pazartesi

İnsan Hayatının Değeri Ne İle Ölçülür?

Benim gibi nefes alıp veriyorsun.
Akşam ne yemek yiyeceğini düşünüp ağzını şapırdatıyorsun.
Günün tüm stresini televizyon karşısında kah birandan yudumlar alarak kah uyuklayarak geçirmenin hayali ile ofiste dakikaları sayıyorsun.
Evde çocucuğunun kahkahaları ile bütün gün tükenen enerjini, yerlerde sürünen ruhunu yüceltmeyi hayal ediyorsun.
Benim gibi.

Ama yolda trafik kazasında, laf dalaşı sonunda atılan bir kurşunla, merdivenleri öıkarken ayağının kayması neden ile çarptığın kafanın içindeki kocaman kanama ya da kalp krizi nedeni ile ölüveriyorsun.
Çok ölümlü dünyada bir satır bile haber değilsin. Cenazenden 10 gün sonra seni 5 kişi ya hatırlayacak ya da hatırlamayacak.

Hayır, bu hayatın anlamı, anın değeri üzerine bir yazı değil. Üniversitede okurken bir gergedan ve gorili evlat edinen abime, "Neden bir insana yardım etmiyorsun?" sorusuna aldığım cevap aslında, saçmalamamın esas amacı: "Gorillerin, gergedanların sayısı çok az; ama o kadar çok insan var ki!"

O kadar çok insan var ki, insana ait olan herşey ile hayatımız o kadar çok dolmuş ki; insanı bazen görmemezlikten geliyoruz, siliyoruz gözümüzün önünden. Ölümler anlamsız, acılar karşılıksız, sevgiler boş, ümitler safsata; gelebiliyor.

Kimseye kızmayalım, kendimize de. Nerede çokluk orada bokluk! Hem zaten her ölenle ölsek, her acıda bizim de canımız yansa, her solan ümitte bizimde dünyamız kararsa; çekilir miydi bu hayat!

Son tahlilde işin özü: Bugün 4.678.435 kişi acı içinde, ümitleri tükenmiş bir halde sefalet içinde geberdi. Ama bu oyunda biz tek başımıza olduğumuza göre, "Eee, ne olmuş!"

Ya da...

Hiç yorum yok: